2020 Sonbahar: İlk İzlenimler

Herkese merhaba,

Anime dünyasında sonbahar sezonu, yaz sezonuna göre biraz daha renkli başlamış gibi gözüküyor. Bu sefer girişi fazla uzatmadan direk göz atmaya değer bulduğum yeni serilerdeki ilk izlenimlerimi aktarmaya geçiyorum.

Golden Kamuy 3rd Season

Oldukça akıcı ve ilgi çekici olay örgüsü ile ilk iki sezonunu çok sevdiğim Golden Kamuy, yeni sezonunda da nasıl ilerleyeceği hiçbir zaman kolay kestirilemeyen hikayesine devam ediyor. İlk bölüm daha ilk dakikalardan kendisine özgü nahoş mizahı ile bayağı güldürdü ve sonrasında da animelerde aslında çok rastlamadığımız şekilde Japon milliyetçiliği kokan bir aksiyona doğru yol aldı. Golden Kamuy‘u kesinlikle izlemeye devam edeceğim ve önceki sezonları izlememiş olanlara da şiddetle tavsiye ederim.

HIgurashI no Naku Koro nI Gou

Orijinali bir visual novel olan ve 2000’li yılların ortasındaki anime uyarlamalarıyla korku/gerilim türünde bir kült haline gelen Higurashi no Naku Koro ni serisinin remake’i yada reboot’u… veya kimilerine göre devam serisi. Serinin bu 2020 yılında gelen iterasyonu üzerine yapımcılar ve hayranların bazılarını bile birbirine düşürecek kadar zıt fikirler ortaya atıldı ki şu an yayınlanan yapımın bir yeniden yapım mı, yoksa devam serisi mi olduğu üzerine kesin bir bilgi sahibi olmak zor. Ancak yaptığım küçük araştırma sonucu yapımcıların bu seferki yapımın bir “yeniden ele alım (reboot)” olduğunu söylediklerini gördüm. Zaten devam serisi olduğunu iddia eden kişilerin yazdıklarını birazcık dikkatli analiz edince “onun mangası daha güzel”, “light novel’in yanına bile yaklaşamaz”, “VN’si varken bu izlenmez” kafasındaki fanatik bakış açısına sahip, her şeyin adaptasyonunu kötülemeye bayılan tiplerden oluşan bir güruh olduğu anlaşılıyor. Higurashi no Naku Koro ni Gou‘nun teknik olarak ne olduğunu bir yana bırakıp ilk izlenimlere gelecek olursak, pek korku ve gerilim türlerine ilgisi olmayan birisi olarak ilk bölümlerde merak duygumun tahrik edildiğini söyleyebilirim. Aptallık seviyesindeki tatlı kızların beklenmedik anlarda ciddi ses tonu ile ana karakteri terslediği anlar hafiften ürpertmedi değil. Haftalık olarak sıkmadan takip edilebilir gibi gözüküyor.

Ikebukuro West Gate Park

Ikebukuro’da faaliyet gösteren bir çete etrafında hikayesini şekillendirmesinden, karakter tasarımına ve opening şarkısındaki tarz seçimine kadar her konuda Durarara!!‘ya öykünüyormuş gibi duruyor Ikebukuro West Gate Park. Fakat işin ilginç yanı serinin kaynağı olan roman serisi Durarara!!‘dan birkaç sene önce yayımlanmaya başlamış. Durarara!! gibi doğa üstü olaylara yönelmeyecek gibi duran Ikebukuro West Gate Park, daha çok çete lideri ile yakın bir arkadaşlığı olan karizmatik bir manav olan ana karakterimizin bazı gizemleri çözmesi üzerinden ilerleyecek gibi. Açıkçası ilk bölüm gerek yönetim kalitesi, gerekse hikayenin sıkıcı ve biraz da aptalca olması gerekçesi ile pek içi açıcı değildi. Üç bölüm izleme kuralını uygulayıp biraz daha şans vereceğim gibi ancak Ikebukuro West Gate Park‘dan pek umutlu değilim.

Jujutsu KaIsen

Japon folklorunde oldukça yaygın olan mistik yaratıklar ve lanetli varlıklar ekseninde hikaye temelini kuran baskmakalıp bir shounen serisi. Ana karakterimiz ise çok özel fiziksel özelliklere sahip olmasına rağmen en çetrefilli konulara bile fazla düşünemeden yaklaşan ve sadece o anki hislerine göre harekete geçen prototip bir shounen kahramanı. Bu klişeler içinde sıra dışı olan nokta ise teknik detayların harika bir kalitede olması ve atmosferin oldukça başarılı yansıtılması. İlk bölümdeki aksiyonun genel kalitesi bir yana, ikinci bölümün başlarındaki kısa süren yumruk yumruğa dövüş sahneleri ağzımı açık bıraktı. Kendi sınırları içerisinde değerlendirip bir “shounen” olarak ele alınınca Jujutsu Kaisen bana göre son yıllardaki popüler shounenlerin hepsinden daha iyi bir başlangıç yaptı.

KamIsama nI Natta HI

Clannad‘ın özellikle “After Story“nin yazarı olduğu için her zaman kalbimde özel bir yeri olan Jun Maeda’nın son eseri. İşin içinde Maeda olduğu için hikayenin başlangıçtaki yapısından çok farklı noktalara kayacak bir trajedi olacağını tahmin etmek pek maharet gerektiren bir şey değil. Maeda’nın senaryolarının genel bir standartının olduğunu söylemek. Her zaman seyircisini ağlatmayı seven bir yazar olduğu için hikayeleri bazen zorlama melodram’a kayabiliyor ve bu anlatılarla duygusal bütünleşmeyi sağlamak kolay olmuyor. Ayrıca eserlerinde doğa üstü elementler ve hayattan kesitlerde çok iç içe olduğundan dolayı bazı hikayelerini dramatize etmek için gerçekliğin sınırlarını işine gelecek şekilde esnettiğini de düşünüyorum. Fakat bazen de insanı o kadar derinden yakalayan bir hikaye yazıyor ki izlerken ağlamamak büyük bir irade gücü gerektiriyor. Kamisama ni Natta Hi de Maeda’nın birçok eserinde olduğu gibi hikayenin girizgahını eğlenceli bir tonda yaptı. Tanrı olduğunu iddia eden ve bunu destekleyen kehanetlerde bulunan bir “loli” karakterin, dünyanın son günlerini sıradan bir genç ile geçirmeye karar vermesi üzerinden ilerleyecek hikayede, bu tanrı olduğunu iddia eden rahibe elbiseli küçük kızı ilk bölüm itibariyle bir hayli itici bulduğumu söylemeliyim. Olay örgüsü başlangıç aşaması için fena değildi ve görsellik canlı renklerin seçilmesi nedeniyle çekici. Maeda 2015’de yayımlanan son yapımı Charlotte ile felaket bir süre planlaması ve yüzeysel işlenmiş bir hikaye sunarak beni derinden hayal kırıklığına uğratmıştı. Umarım Kamisama ni Natta Hi de bu yönde anacağım bir yapıma dönüşmez.

Magatsu WahrheIt: Zuerst

Magatsu Wahrheit: Zuerst‘yi izlemek gibi bir planım hiç yoktu fakat sonradan bir göz atmaya karar verdim ama bölümün daha ilk dakikalarında pişman oldum diyebilirim. Henüz ilk bölümden kompleks politik bir konuşma ile başlamak serinin evrenini tanıtmak için pek de iyi bir fikir sayılmaz. Sonrasında devam eden askeriye temelli hikaye ise ilgi çekici değildi ve bölümü zor bitirebildim. Hangi platformda olduğunu bilmediğim bir oyun serisinden uyarlandığı için zaten seriyi bilen fanlarına hitap etmek istiyormuş gibi Magatsu. Teknik yönlerden de vasatın altında kalan bu yapımı izlemeyeceğimi zaten anlaşılmıştır sanırım. Sizlere de tavsiye etmem.

Mahouka Koukou no RettouseI: Raihousha-hen

Nii-sama geri döndü!!! Bu sefer yalnızca okulunda bulunan Japon kızları kendisine hayran bırakmakla kalmayıp, Amerika’dan kendisi hakkında casusluk yapmak için gelen değişim öğrencisi bir sarışını da etkilemeye daha ilk bölümden başladı. Ana hikayesi büyü hakkında olup bu kadar gereksiz ciddiyetle harmanlanıp sıkıcılaştırılan başka bir anlatı var mıdır bilemiyorum. Bu komik seviyedeki kendisini ciddiye almasının yanı sıra, nedense her zaman bir şapşallıkla bezeli olan rahatlatıcı kısımlarıyla Mahouka Koukou no Rettousei: Raihousha-hen, birileriyle birlikte izleyip dalga geçmek dışında bir sebeple izlenecek bir seri değil benim için.

Majo no TabItabI

Posterine bakınca “tatlı kızlar tatlı şeyler yapıyor” konseptinin “cadılık” şubesiymiş gibi bir izlenim uyandırmıştı ben de Majo no Tabitabi ancak ilk bölümü izleyince pek buna benzer bir izlenim almadım ve prodüksiyon kalitesinden ciddi anlamda etkilendim. Okuduğu bir kitapta dünyayı gezen bir cadı’dan ilham alıp küçük yaştan itibaren bir cadı olmaya karar veren ana karakterimizin geçtiği bir kaç aşamayı, seyirciyi oyalamayan ve bol bol zaman atlamasına yer veren bir ilk bölüm içerisinde takip ettik. Ne cadılara, ne de tek bir cinsiyetten karakterlerin domine ettiği serilere pek ilgim olduğunu söyleyemem. Hikayenin potansiyel olarak ilgimi çeken tek kısmı ise Elaina’nın yolculuğu sırasında karşılaşacağı hayatlar ve edineceği tecrübeler ile yaşaması muhtemel kişisel gelişim. Normalde sadece bu potansiyel doğrultusunda bir seriyi izlemeye karar vermem ama Majo no Tabitabi hiç beklemediğim düzeyde canlı bir görsellik ve özenli animasyonla hazırlandığı için verilen emeğe olan takdirim dolayısıyla seriye en azından birkaç bölüm daha şans vermeye karar verdim.

Munou na Nana

Boku no Hero Academia misali süper yetenekli gençlerin bir araya toplandığı bir okulda, onları yok etmek için aralarına sızan bir karakter etrafından hikayesini anlatacak Munou no Nana. İlk bölümde sahte bir ana karakter tanıtımı yapıp, ani bir ters köşe ile onu ortadan kaldırma fikri fena değildi ancak böyle bir şey olacağını tahmin etmek serinin ismi de (Türkçesi: Yeteneksiz Nana) göz önüne alınınca pek zor değildi. Her ne kadar görüntüsüne zıt şekilde karanlık konuları işliyormuş gibi dursa da, Munou no Nana bana göre pek olgun bir hikaye değil. Psikopat yanı olan güzel kız karakter tiplemelerini seviyorsanız bir göz atabilirsiniz. Ben pas geçeceğim.

Noblesse

Noblesse‘in ilk bölümünü izlerken suratımda sürekli bir gülümseme vardı. Fakat bu gülümseme bölümün hoş duygular uyandırmasından veya eğlenceli bir atmosferde geçmesinden kaynaklı değildi. Tıpkı Mahouka Koukou no Rettousei‘de olduğu gibi Noblesse‘de de beni gülmeye iten şey yapımın üst düzeyde olan aptallık seviyesiydi. Ana hikayenin saçmalığı, karakterler arası iletişimin yapaylığı, olay örgüsünün absürtlüğü ve karakterlerin komik derecedeki tek boyutluluğu sayesinde Noblesse‘i izlerken tercih etmeyeceğim bir biçimde eğlendim. Bu seneki “Crunchyroll Originals” kapsamında izlediğimiz üçünde Kore menşeili yapım da diğer ikisi gibi rezaletti. Üstelik diğer ikisinin aksine Noblesse‘in teknik konularda da felaket kötü olması cabası. Uzak durmanızı tavsiye ederim.

TaIsou ZamuraI

Kariyerinin son döneminde olan bir olimpik sporcunun emekli olması için teşvik edildiği bir dönemde sıkıntıları ve yeniden kendini bulmasını, aile ilişkileri ve gerçek hayat odaklı ayakları yere basan bir anlatı izleyeceğimi umuyordum fakat bu ana temelin yanında aşırı derecede sırıtan uçuk karakterler ve olay halkalarına tanık olunca hayal kırıklığına uğradım. Emeklilik düşüncesinin tetiklediği iki arada kalmışlık ve hayatın doğal sıkıntılarını yansıtıyor Taisou Zamurai var evet… Lakin saçma sapan bir yabancı uyruklu ninja karakterin birden hikayeye dahil olması ve animenin bütün görselliğine zıt görüntüdeki papağan gibi etmenler seyir zevkini baltalayarak Taisou Zamurai‘ın izlemeye değer bir yapım olmasını engelliyor.

Tonikaku KawaII

Ana karakterimiz Yuzaki Nasa kendisine araba çarpmak üzereyken çok güzel bir kız tarafından kurtarılır. Yaralı olmasına rağmen irade gücüyle kendini toplayarak kızın peşinden gider ve onu yakalayıp kendisine aşık olduğunu ve sevgili olmak istediğini söyler. Kız ise kendisine hiç beklenmedik bir cevap verir: “Eğer benimle evlenirsen, sevgili olabiliriz”… Nasa oracıkta bayılır ve gözünü açtığında aylar süren bir komadan uyanır ve kız da ortada yoktur. Yıllar sonra, aşık olduğu bu güzel kız onu birden bire bulur ve bir gece içerisinde ansızın evlenirler… Hikaye temel olarak çok uçuk ve tam anime işi değil mi? Ve benim yazılarımı da az biraz okuduysanız Tonikaku Kawaii ile şu anda alay ettiğimi ve birazdan kötüleyeceğimi düşünüyorsunuzdur. Yanılıyorusnuz!!! Tonikaku Kawaii ilk iki bölümü ihtimali uyandırdığı olumlu duygular ile bana müthiş bir keyif verdi. Zaten en başından sınırlarını gerçeklikten uzak belirlediği ve kendini fazla ciddiye almadığı için hikayenin temelinin inanılması güç olması beni zerre kadar rahatsız etmedi. Yuzaki Nasa’nın eşi Yuzaki Tsukası’yı tanımlarken kullandığı “arkasında herhangi mantık yok, her halükarda (sadece) tatlı” cümlesini bu animenin tamamı için kullanmak mümkün. Tamamen seyircisinin içini ısıtmak için hazırlanmış bir “kendini iyi hisset” animesi diyebileceğimiz Tonikaku Kawaii, çok uzun bir zamandır derin bir anlatısı olmadan bu kadar sevebildiğim ilk anime oldu. Umarım bütün süresi boyunca bende aynı etkiyi bırakmaya devam eder.

Not: Opening’i de animenin kendisine kaybetmeyecek kadar tatlı ve serinin hissiyatı ile tamamen uyumlu!

Yuukoku no MorIarty

Arthur Conan Doyle’ın ünlü dedektif romanı serisinin kahramanı Sherlock Holmes’un en tehlikeli düşmanı olan William James Moriarty’i merkezine oturtan Yuukoku no Moriarty, ana karakter yapmayı seçtiği bu anti-hero üzerinden alternatif bir Victoria dönemi dedektiflik anlatısı sunuyor. Tabii ki animelerden bekleyeceğimiz şekilde çok daha çekici ve karizmatik görünüme kavuşturulmuş karakterlere sahip olmasının yanı sıra, Majo no Tabitabi’de bahsettiğim ve bu sefer aksi yöndeki tek cinsiyet dominasyonu ile kadın izleyicilerin (Özellikle Fujoshi’lerin) dikkatini çekmek istedikleri aşikar. Tabii ki bu erkeklerin bu seriyi izleyip zevk alamayacağı anlamına gelmiyor. Zeki ve karizmatik kötüleri izlemeyi çok seven birisi olarak William James Moriarty gibi bir anti-hero’yu izlemekten ilk bölüm itibari ile gerçekten keyif aldım. Roman serisini maalesef henüz okumadığım için Moriarty’nin gerçekte de bu yapımda olduğu gibi sadece vicdani yönden haklı sayılabilecek suçları organize eden bir “mastermind” olup olmadığını bilemiyorum. Fakat bu bölümde neden olduğu intikam cinayetinin kötülük değil, adaleti sağlamak olarak tanımlamak çok daha doğru olur. İlerleyen bölümler ana karakterimizin bu şekilde bir anti-hero olarak mı kalacağını, yoksa gerçek bir kötüye mi dönüşeceğini gösterecektir. Ben başarılı şekilde yansıtılan Victoria dönemi atmosferi ve ilk bölüm içerisinde çözülen bu küçük dedektiflik hikayesinden memnun kaldım. Umarım hikaye ilerledikçe oluşturulan gizemler ve bunların açığa çıkarılma yöntemleri daha da ilgi çekici ve komplike hale gelir.



Sonbahar sezonu ilk etapta bakınca çok yüksek tavana sahip animeler getirmemiş gibi gözükse de, yaz sezonuna göre çeşitlilik anlamında oldukça üstün.



Golden Kamuy 3 Tonikaku Kawaii = Yuukoku no Moriarty > Jujutsu Kaisen = Kamisama ni Natta Hi = Majo no Tabitabi > Higurashi no Naku Koro ni Gou >> Ikebukuro West Gate Park >>>Taisou Zamurai = Munou no Nana > Magatsu Wahrheit: Zuerst >>>>>>>>>>>>>>>>>>>> Mahouka Koukou no Rettousei: Raihousha-hen >>> Noblesse

2020 Sonbahar: İlk İzlenimler” için bir yanıt

Yorum bırakın